Pandeminin öncesinde başlayan ve pandemiyle birlikte kayda değer bir ivme kazanan süreçte, en hafif tabiriyle “tuhaf” onlarca gelişmeye şahit olduk. Bunların hayli negatif olanlarını ve yaşantılarımıza etkilerini uzun uzun anlatmaya, deyim yerindeyse can sıkmaya gerek yok. Gelecekte olmasını öngördüğümüz, olacağını bir yönüyle kesin olarak bildiğimiz ama yakın vadede gerçekleşmelerine pek de ihtimal vermediğimiz onlarca gelişme, pandemi sürecinde konsantre ve hızlandırılmış bir biçimde hayatımıza giriverdi. Yaratıcılık, dönüşüm, inovasyon, yıkıcı inovasyon gibi bazı “anahtar” sözcükler, dar alanlara sıkışmış insanların hayatında potansiyelini ortaya çıkarmak, kendini gerçekleştirmek gibi başka kavramlarla da birlikte bazen verimli, bazense zorlayıcı bir telaşa dönüştü. Yenilikçi çözümler, sıra dışı iş modelleri, kısaca özünde bir “fikir” barındıran her şey bir trend olmaktan çıkıp adeta standart hale geldi.
Nedir fikir, nereden doğar, hangi koşullarda serpilir? Fikrin değerini yalnızca yaşamı değiştirme, kişisel ya da kitlesel refah yaratma gücü mü belirler? Bunca telaşın arasında kendini sık sık gösterip kafamı kurcalayan sorular bunlar. Hiçbir yanıt sorunu bütün yönleriyle çözecek kadar güçlü değil ama benim ulaşabildiğim yanıtlar arasında en işlevseli şu oldu: Fikirler, başka fikirlerden doğar.
İnsanlık tarihinin uç noktalarından birindeyiz. Geçmişe dair giderek artan bir bilgi birikiminin üzerinde oturuyoruz. Yaşamdaki yakıtımızı da çoğu zaman bu bilgiler ışığında geçmişi ya olumlayarak ya da ona karşı çıkarak elde ediyoruz. Popüler ifadeyle Amerika’nın çoktan keşfedildiği bir çağda yaşıyoruz. Bizden doğan fikirlerin buna rağmen özgün olması mümkün mü? Belki değil. Hatta büyük olasılıkla değil.
Gereksiz Şeylere Kapı Açmak
David Bowie’den, biraz da hafızama güvenerek özetlemem gerekirse “kültür gereksiz şeylerin bir toplamıdır.” Burada sandalye örneğini verir Bowie, üzerine oturma işlevini gerçekleştirecek bir sandalye formu çoktan bulunduğu halde, insan doğası gereği türlü sandalyeler yapmaya devam eder. Biraz daha rahatı, biraz daha güzeli, o rahat ve güzel her ne ise işte… Soruyu şöyle değiştirince insanın içi rahatlıyor, endişeden boşalan yeri irili ufaklı fikirler doldurmaya başlıyor: Özgün olmak gerekli mi?
Şirketler uzunca bir zamandır uzmanlığın, işini çok iyi bilmenin, uygulamanın gezegen ve insan için yeterli olmadığının farkında. Mesleki eğitimlerin yanı sıra çalışanlarını ‘soft skill’lerle de donatmaya, iletişim ve sosyal ilişkiler konularında bakış açıları kazandırmaya çalışıyorlar. Çok da uzak olmayan bir geçmişte bunlar iş dünyası için kolaylıkla “gereksiz” kabul edilebilecek şeylerdi. İnsanın insanla rekabetine, insanın makineyle rekabetinin eklendiği bir dönemde hepimizin, en çok da inovatif olmak isteyen şirketlerin gereksiz şeylere daha çok kapı açmaları gerekecek gibi görünüyor.
Yaptığımız işle, sürdürdüğümüz yaşantıyla çok ilgisiz gibi görünen şeyler, hatta en çok da bu zıtlık yaratıcılığımızı tetikliyor ve yeni fikirlerin doğmasına olanak sağlıyor. Şirketlerin inovasyonu, sürdürülebilirliği, sosyal becerileri gündeminde tutması epey olumlu. Bunlara sanat, kültür gibi uğraşlar da eklendiğinde kurulması imkansız gibi görünen bağlantıların kuruluvermesi, yeniliğin kendini göstermesi işten bile değil. İnovasyon ve yaratıcılık geçilmesi gereken bir ders değil çünkü, insanın doğal bir işlevi.
Amerika’nın keşfedildiği bir dönemde, ulaştığımız her kara parçasında “Acaba sonunda Hindistan’ı buldum mu?” heyecanına kapılmayı sürdürmeliyiz. Bunu ancak tanıma olasılığımızın düşük olduğu yaşantıları keşfederek, yani sanata, kültüre, birazcık “gereksiz” şeylere bakarak yapabiliriz. Kötü fikir yoktur çünkü. Hangi fikrin kimin yaşamını değiştireceği, insanlık için nasıl fırsatlar yaratacağı hiç belli olmaz.
Furkan Çolak
Strategist & Copywriter
İlhamın nereden geleceği belli olmadığı gibi, belirli bir süreçten geçip son işe dönüşme şekli de eminim ki herkes için oldukça değişkendir.
Son araştırmalar, toksik kültürün çalışanların işten ayrılmalarındaki en önemli nedeni olarak tükenmişlik ve düşük ücretin üstünde yer aldığını gösteriyor.
Ne kadar sıcak ve kurak olursa olsun iflah olmaz bir yaz mevsimi fanatiğiyim.
Takım dediğimizde aklımıza birçok şey geliyor. Futbol, basketbol, şirket çalışanları…
Bugünün rekabetçi dünyasında sahip olunan bilgi, ne pahasına olursa olsun korunması, hatta tecrit edilmesi gereken bir 'nesne' halini aldı. Sosyal medyanın sonsuz akışında bildiklerini cömertçe, yapılandırarak ve yeniden üretilmesine olanak tanıyarak payl
Belirsiz ve zor zamanlardan “hala” geçmeye devam ediyoruz. “Hala” diyorum, 2020 pandemiden beri, bu birkaç kelime ile o kadar çok cümle kullandım ki…
Suadiye Mahallesi Bağdat Caddesi
No:399/B K:1 D:1
Kadıköy/İstanbul
Formu doldurarak veya
hello@4c1h.com email adresi ile bize ulaşabilirsiniz.