Sosyal medya son günlerde tembel kız işi kavramını konuşmaya başladı.
Gabrielle Judge isimli influencer TikTok’ta viral olan videosunda bu terimi, uzaktan yapılabilen, esnek imkanlar sunan, düşük stresli ama yüksek kazançlı işler olarak tanımlıyor.
Şimdi girip bakarsanız, iş dünyasını takip ettiğimiz haber kaynaklarının pek çoğunda bu konuyla ilgili en az bir yazı bulacaksınız. Bu yazıların kapsamları oldukça çeşitlilik gösteriyor. Bazıları, tembel kız işini, “quiet quitting” trendini de kapsayan “antiwork” hareketinin bir parçası olarak kabul ederken bazıları genç kadınları hedefleyen bu hashtag trendini toplumsal cinsiyet eşitliği açısından ele alıyor. Hatta, akademisyenlerin “çocuklarımızı iyi yetiştiremedik” şeklindeki sitemleri bile karşımıza çıkabiliyor.
Üzerine düşünülebilecek bu kadar başlık varken benim kafamı kurcalayan ise başka bir şey oluyor: Tembel kız işi kavramının bu kadar konuşulmasının asıl sebebi, herkesin Z kuşağının aykırı kimliğine karşı geliştirdiği eleştirel tavır mı yoksa herkesin içten içe tembel kız işlerinde çalışmak istemesi mi?
Geçenlerde benzer bir konu yine viral olmuştu. İş görüşmesinde günde 5 saat çalışmak istediğini söyleyen stajyer bir kesimin tepkilerini üzerine çekerken başka bir kesim tarafından kahraman ilan edilmişti.
Sorumun cevabına dönecek olursak, bir teorim var.
Geleneksel iş düzeninden ve “hustle” kültürünün* bizleri bugün getirdiği konumdan her ne kadar hoşlanmasak da ona o kadar alıştık, o kadar benimsedik ve benliğimizin bir parçası haline getirdik ki şimdi ondan kopmaya cesaret edemiyoruz.
Bugünün işine tutkuyla bağlı beyaz yakası olarak, anlam arayışını işten uzaklara yönelten, arzu ettiği şey iş dönüşünde evine, gece uykularını kaçıracak bir stres yerine iyi bir maaş götürmek olan bu varoluş karşısında şaşkına dönüyor, anlamak için mümkün olan her açısından tutup yorumluyoruz.
Kim bilir, eleştirimizi kendimize yöneltirsek belki de kendimizle ve bizim için yeni olan bu yaklaşımlarla barışabiliriz.
*Hustle kültürü, daha uzun çalışma saatleri, daha az kişisel zaman ve daha sıkı çalışmanın kolektif bir davranış haline geldiği çalışma ortamı, merkezinde işin olduğu bir yaşam biçimi olarak tanımlanabilir.
Selen İyicil Mudun
Content & Account Manager
Bir saate sığdırılmaya çalışılan üç saatlik gündemler, birbiriyle kesişmeyen fikirler ve sonunda “bunu sonra tekrar konuşalım” cümlesi... Çoğumuz bu döngüye aşinayız.
Belirsizliğin giderek arttığı dönemlerde çalışanların motivasyonunu yüksek tutmak, şirketlerin güçlü kalabilmesi için olmazsa olmaz.
Günümüzde teknoloji hızla ilerliyor, yapay zekâ ve otomasyon neredeyse her işin bir parçası haline geldi. Artık pek çok işimizi bu teknolojik yardımcılarla daha hızlı ve verimli yapabiliyoruz. Ama ne olursa olsun, iş hayatının merkezinde hala insana özgü
Gün içinde kendimizi akışa kaptırıyoruz. Uzayıp giden yapılacaklar listesi, bitmek bilmeyen toplantılar ve yetişmesi gereken işler arasında kendimizi bir döngüye sıkışmış gibi hissetmek oldukça normal.
İK ekipleri, iki farklı kuşağın arasında kalmış durumda, adeta bir köprü kurma sanatıyla uğraşıyor. Bir tarafta detaylı raporlar ve düzenli toplantılar bekleyenler, diğer tarafta kamerası kapalı toplantıya katılanlar…
Hikaye anlatıcılığı, insanlarla güçlü bir iletişim ve bağlantı kurmanın etkili yöntemlerinden biri. Aynı zamanda, her beceri gibi, yeterli ilgi ve çalışmayla geliştirilebilen bir beceri.
Suadiye Mahallesi Bağdat Caddesi
No:399/B K:1 D:1
Kadıköy/İstanbul
Formu doldurarak veya
hello@4c1h.com email adresi ile bize ulaşabilirsiniz.