New York Times’ta okuduğumuz bir yazı bizi biraz farklı düşüncelere sürükledi...
Bu sefer çalışan deneyimi konusunda değil, pandeminin insani ve duygusal boyutunu, insanı odağa alan bir yazıyı, “Humans” adımıza uygun olacak şekilde sizinle paylaşmak istedik. Birazı bizden, birazı New York Times’tan olan “hibrit” yazımız sizlerle! :)
Haziran ayının sonlarında, Foo Fighters'ın Madison Square Garden'ın yeniden açtığı etkinlik için 15.000'den fazla aşılanmış insan bir araya geldi. Grup, komedyen Dave Chappelle'i Radiohead’in şarkısı "Creep"i söylemesi için sahneye çıkardığında, seyirciler kendinden geçmişti. Chappelle'in detone olması ise kimsenin umurunda değildi. Herkes, aylar öncesinde hayal bile edemeyecekleri bu deneyimin tadını çıkarıyordu. Hepsi, yıllar sonra bir gün torunlarına New York'un yeniden canlandığı bu geceyi anlatacaklardı.
Onları herkes farklı şekilde algılayıp anlatsa bile duygular, doğası gereği sosyaldir ve etkileşim halindedir. Yalnız zaman geçirmekten keyif almayacağınız anlamına gelmese de araştırmalar, insanların başkalarıyla birlikteyken yalnız olduklarından beş kat daha sık güldüğünü kanıtlamış. Yani başkaları ile beraberken çok daha fazla mutluyuz. 20. yüzyılın başlarında, öncü sosyolog Émile Durkheim tarafından “kolektif coşkunluk” olarak adlandırılan kavram, insanların ortak bir amaç etrafında bir araya geldiklerinde hissettikleri enerji ve uyum duygusunu tanımlıyor. Kolektif coşku; dans pistinde tanıdıklarımızla, bir kafede arkadaşlarımızla, birkaç kişi ile spor yaparken, beyin fırtınası esnasında iş arkadaşlarınızla yakaladığınız ve maalesef pandemi ile hayatımızdan uzaklaşan bir his… Pandemi öncesinde insanların dörtte üçü bu duyguyu yakalayabildiğini söylemiş. Pandemi ise bu hissi kaybetmemize ya da çok çok az hissetmemize sebep oldu. Ayrıca bir olguyu da eklemek lazım ki o da duygusal bulaşıcılık. Yani duygularımızın etrafımızdaki insanlara bulaşıp yayılması… Ne yazık ki pandemi, birçok olumsuz duyguyu beraberinde getirdi ve yaydı. Sadece ev içinde veya arkadaşlar arasında değil sosyal medya da bu yayılımdan nasibini almamıza sebep oldu. Üstelik çokça anlattığımız Zoom yorgunluğunun bile bu duygu bulaşmasına sebep olabildiği söyleniyor çünkü saatlerce görüntülü olarak birileri ile iletişimimizi sürdürüp onları etkiliyoruz.
Émile Durkheim, 1912'de kolektif coşku hakkında ilk yazdığında, I. Dünya Savaşı'nın arifesiydi ve ölümcül İspanyol Gribi’nin yayılmaya başlamasından altı yıl önceydi. Ama “Kükreyen Yirmiler” yani birçok farklı gelişim ve dönüşümün yaşandığı 20’li yıllar tüm gücüyle geldi. İnsanlar birlikte şarkı söyleyip dans etti, birlikte spor yapıp müsabakaları izledi... Böylece insanlar, önemsiz görünen aktivitelerde kolektif coşkuyu yaşamakla kalmayıp aynı zamanda birlikte bir şeyler yaratıp sorunları birlikte çözerek dertlerini de hafifletti. Sonuç olarak o yıllar, caz ve sinema gibi popüler sanatlarda, su kayağı gibi eğlencelerde ve insülin gibi tıbbi gelişmelerde bir patlama getirdi.
Şimdi yeniden açılmalar dünya çapında hız kazandıkça, kolektif coşku doğal bir sonuç olacak; iş yerlerinde birlikte bir şeyler üretmenin heyecanı ağır basacak, eski hayatımıza bir nebze olsun yaklaşmanın coşkusu herkesi saracak. Ancak sadece evden çıkmak, mutluluğu garanti etmiyor elbette. Psikologlar, insanların bireysel olarak mutluluğun peşinden koşulan kültürlerden ziyade sosyal olarak, bağlantı kurarak ve beraber katkıda bulunarak mutlu olunan kültürlerin refah kazanma olasılığını daha yüksek görüyor. Yani gelişimi, daha az kişisel coşkuda ve daha çok kolektif coşkuda aramalıyız. Mutluluk; pandeminin ilk günlerinde imrenerek baktığımız İtalya'da pencerelerden dışarı çıkıp birlikte şarkı söylenen, el çırparak veya kaşıklarla tencerelere vurarak sağlık çalışanlarını yücelten dayanışma anlarında yaşıyor.
Yazının başında söylendiği gibi 15.000'den fazla yabancı, Dave Chappelle'in şarkı söylediğini Radiohead’in şarkısındaki “Ben buraya ait değilim.” sözünü duyduğunda, New York'ta yeniden doğdu ve hepsi oraya ait olduklarını hissetti.
Tek başına depresif ve endişeli hissedebilirsiniz, ancak yalnız gülmek veya yalnız sevmek nadirdir. Paylaşılan sevinç, sürdürülen sevinçtir. Paylaşım ve birliktelik, her anımızı daha da coşkulu hale getirir. Biliyoruz, çoğumuz (belki içe dönük ve bu şekilde mutlu hissettiğini söyleyenlerimiz bile) ofisteki ufak eğlenceleri, kutlamaları, sohbetleri, beraber olmanın, beraber düşünmenin yarattığı o güzel hisleri özledi. Birlikte geçirilen zaman, sevdiklerimizle geçirilen zaman çok kıymetli… Umuyoruz etkisini azaltan ve bir gün bitecek olan pandemi, kolektif coşkumuzu daha fazla erteletmez!
Bu yazıda https://www-nytimes-com.cdn.ampproject.org/c/s/www.nytimes.com/2021/07/10/opinion/sunday/covid-group-emotions-happiness.amp.html ’dan yararlanılmıştır.
Birçok kişinin ve farklı kültürlerin bir arada olduğu çalışma ortamı içinde herkesin aynı şeye inandığı bir ahlak anlayışı yaratabilmek mümkün mü? Evet mümkün! Yazdığımız adımlarla etik bir kültür anlayışı yaratarak…
Uzaktan çalışma disiplini, çalışan deneyimi penceresinde çok yeni bakış açıları kazandırdı. Artık yapılması gerekenler, üzerine düşünülmesi gerekenler çok daha farklı. Bu durumun hem artıları hem eksileri var. Birçok araştırmadan çıkan verileri derledik.
Uzaktan çalışmanın hayatımıza girmesi ile artık bırakmamız gereken alışkanlara bir göz atalım!
Dünya Değerler Günü'nde değerinizi fark edin!
“Az çoktur” yani daha bilinen haliyle “Less is more” tabiri, genellikle mimaride, artık indirgenemeyecek kadar güzel bir şey yaratmak anlamına geliyor. Bu elbette günümüzde bir yaşam tarzı halini aldı ve bu sözden öğreneceğimiz çok şey var!
Uzaktan çalışma kültürü hayatımıza iyice yerleşmişken ve koltuğundan ayrılmaya pek de niyeti yokken, iş dünyasındaki dijital varlığımızı daha görgülü ve saygılı hale getirmek için birkaç ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istedik.
Suadiye Mahallesi Bağdat Caddesi
No:399/B K:1 D:1
Kadıköy/İstanbul
You may contact us via hello@4c1h.com
or by filling the form below: